Haftaya Bakış (279): Gözler komisyonda | Sahte diploma skandalları | İBB borsası iddiası

08.08.2025 medyascope.tv

8 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayınaTania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can'la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi en önemli olay tabii ki bu hafta Mecliste Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun kurulmuş olması. Salı günü yapılan toplantıda komisyonun işleyişi hakkındaki taslak büyük ölçüde değişti ama oybirliğiyle kabul edildi. Numan Kurtulmuş muhalefet partilerinin de takdirini aldı. Konuşmasını görmüşsündür, hiç de fena olmayan bir açılış konuşmasıyla başladı. Bugün şu anda ağır toplar sunum yapıyorlar, sunuş yapıyorlar. Kim bunlar? MİT Başkanı, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı. Ve toplantıyla ilgili gizlilik kararı alındı. Hem kapalı hem de gizli. Tutanak tutuluyor ama bu tutanaklar 10 yıl boyunca açıklanmayacak. Açıklayana da ceza alıyor. Yani açıklanması devlet sırrı olarak suç. Şimdi önemli bir eşik geçildi. Bir iddiaya göre, komisyonun haftada iki gün toplanması bekleniyor ve 31 Aralık 2025'e kadar bir süre saptanmış. Ama öncesinde de bitebilir komisyonun çalışmaları ya da ileri tarihe de ertelenebileceği söyleniyor. Sanki bana uzayacakmış gibi geliyor.
Salı günü itibariyle, olayın biçiminde bir anlaşmaya varıldı. Numan Kurtulmuş bugün, “Ceketi doğru ilikledik” demiş. Ceketi doğru iliklemek tabii ki önemli, ama bundan sonrasında da bütün düğmeleri doğru ilikleyeceğin anlamına gelmiyor. Bir de, işin özüne ilişkin tartışmalar başladığında, oralarda herhalde bayağı sorunlar çıkacak. Nitelikli oyçokluğu sağlanıp sağlanamayacağı meselesi var. Ayrıca, sağlansa da biliyorsun daha sonra buradan kanun teklifi çıkmayacak, öneri çıkacak ve öneri Genel Kurula gidecek. Dolayısıyla ilgili komisyonlara gidecek ve orada da Cumhur İttifakı çoğunluğu var. Ama burada şu hâliyle gördüğüm kadarıyla muhalefet partileri de nitelikli çoğunluk kararının alınmış olmasını, bir tür teminat olarak olmasa bile umut verici bir şey olarak görüyorlar. Yani bu anlayışın daha sonra olayların yasalaşması süreçlerinde de devam edeceğini umuyorlar. Çok kritik bir aşama. Tabii ki tek başına yeterli olacak bir şey değil, ama olay artık resmen meclisin gündeminde. İYİ Parti dışında komisyona katılmayan yok. O üç tane üyenin yerine muhtemelen bir AK Parti'den, bir CHP'den, bir de DEM Parti'den yeni üyeler katılacak ve yine 51'e tamamlanacak deniliyor. Bir de olayın böyle bir boyutu var. Bu arada, İYİ Parti geçenlerde Bursa'da miting yaptı, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Açıkçası o mitingin çok fazla konuşulduğunu görmedim. Mesela ben çarşamba günü Tuzla'daki CHP mitingine gittim. CHP mitingi çok dinamikti. Birazdan konuşacağız zaten. CHP orada mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi Borsası gibi çıkışlarla, aynı zamanda gündem belirlemeye de devam etti. Ama bu sürece aleni bir şekilde muhalif olan Zafer Partisi, İYİ Parti, Anahtar Parti de bunlara eklendi biliyorsun, hâlâ kamuoyunu harekete geçirdikleri büyük protestolar bugün yok. Yarın olur olmaz onu bilmiyorum, ama bugün açısından baktığımız zaman, sanki çok da fazla karşılık bulmuyorlar. Ne dersin?
Kemal Can: Son sorduğuna cevap vereceğim ama önce komisyondan başlayayım. Bu komisyon pek çok açıdan önemli bir eşik oluşturacaktı. Çünkü işin siyasi ayağının ya da siyasilerin dâhil olduğu biçimde sürecin konuşulmasını mümkün kılacak ana zemin olarak bu komisyon tarif edilmişti. Çeşitli biçimlerde Devlet Bahçeli de Öcalan bunu dile getirdi. Dolayısıyla artık birtakım aşamalar geçildi. Şimdi meselenin siyasi cephesini, siyasi aktörlerle bu zeminde konuşacağız. Bu komisyon tartışmaları vesilesiyle daha önceki haftalarda teknik olarak da konuştuk; bu komisyon yasa yapmayacak, bir karar vermeyecek, bağlayıcı bir karar oluşturmayacak, ama sonuçta konuşulacak platform burası olacak. O yüzden de siyasilerin dahli meselesi ve buradan da sürecin biraz daha şeffaflaşması, siyasileşmesi beklentisi vardı.
Senin söylediğin gibi, ilk toplantıda önce ismin biraz daha genişletilmesi, yani sadece silah bırakma ya da ‘’Terörsüz Türkiye’’ parantezinden biraz daha geniş, demokrasiyi de içerecek bir ismin tercih edilmesi, ilk yapılan konuşmalar, çalışma biçimi konusunda oluşan temel prensipler pozitif intiba veren taraflarıydı. Ve özellikle CHP etrafında dönen, komisyona dâhil olmak, olmamak tartışmaları açısından da biraz sönümlendi gibi görünüyordu. Ama hemen komisyonun daha ikinci toplantısının, biraz önce senin özetlediğin gibi, 10 yıl yasaklı biçimde kapalı, gizli oturum hâlinde cereyan etmesi, bir anda bu şeffaflık meselesine bir gölge düşürdü. Yani şöyle bir mantık yürütmüyorum: ‘’Bu komisyon hiçbir kapalı toplantı yapamaz ve oradaki her şeyin açık olması gerekir’’ iddiası biraz fazla bir iddia. Çünkü Mecliste defalarca başka konularda kapalı, gizli oturumlar yapıldı. Ya hepsine tutarlılık olarak karşı çıkmak gerekir ya da böyle şeylerin mümkün olabildiğini kabul etmek gerekir. Ama bu konuyla ilgili olarak, daha ikinci toplantıda hemen bu gizlilik kararının ortaya atılması, en azından siyasi iletişim açısından, sürecin şeffaflaşması iddiası açısından bence iyi bir tercih olmadı. İlgili bakanların gelip komisyona bilgi vermesi elbette mantıklı, makul bir şey, ama o bilgi, daha sonra birtakım gizli oturumlarda detaylara girilebilecek biçimde, önceden daha açık biçimde bu süreç niye lüzum etti? İç politika ve güvenlik kaygıları açısından, milli savunma öncelikleri açısından veya istihbarati faaliyetlerle ilgili elde edilen, gizli olmayan genel bilgiler kamuoyuyla biraz paylaşılabilir, sonra o oturumda daha detayları değerlendirmek üzere gizli oturum kararı ya da kararları alınabilirdi. Yani siyasi iletişim ve şeffaflık iddiası açısından bence isabetli bir şey olmadı. İki üç haftadır hep tartışıyoruz, bu sürecin dış politika ayağı bir tür böyle geriye itiliyor, biraz gözlerden uzak tutuluyor. Dolayısıyla şu anda belki yurtdışında olduğu için, daha sonra gelecek mi bilmiyorum ama, mesela eğer bakanlar komisyona bu konuda bilgi veriyorlarsa, Hakan Fidan'ın da Dışişleri Bakanı olarak bence sürecin en önemli dinamiklerinden biri olan dış politika meselesinde bir sunum yapması gerekirdi. Belki de önümüzdeki günlerde yapacaktır.

Ruşen Çakır: Ben de muhtemelen yapacaktır diye tahmin ediyorum. Şimdiki toplantı Milli Savunma, İçişleri ve MİT olarak daha çok güvenlik ağırlıklıydı. Herhalde Hakan Fidan'a da sıra gelecektir, bir sonraki toplantıda bile olabilir. O olmadan olmaz, haklısın.
Kemal Can: İçişleri Bakanı, MİT, Savunma Bakanı ve bir süredir Bahçeli dışında iktidar çevrelerinin, özellikle AKP çevrelerinin, meseleyi iyice bir iç politika meselesi hâlinde sunmaları biraz konuyu daraltıyor. Yani o iç cepheyi tahkim etmek ya da dış tehditlere karşı yeni bir pozisyon almak yahut da yeni paradigma veya değişen bölge dengeleri filan. Kamuoyu, artık bu hikâyelerin bu süreçteki etkisini spekülasyonlarla, birtakım komplo teorileriyle değil, birtakım hakikatlerle duymak ve anlamak istiyor. Eğer çeşitli aşamaları geçmiş ve ilerlemekte olan bir süreçten bahsediyorsak, sürecin sonsuza kadar birkaç kişinin aslında gerçek nedeni bildiği bir şey olarak devam etmesi çok isabetli değil. O açıdan baktığımda, tabii kategorik olarak dediğim gibi, ‘’bu komisyon asla gizli bir toplantı yapmaz. Gizli toplantı yapmışsa zaten niyet anlaşılmıştır’’ gibi bir kestirmecilikle, daha birinci toplantı yapılmış, çalışma prensipleri saptanmış, tam komisyon başlayacak, komisyon etrafında çıkartılan gürültü de kısmen yatışmış, kalkıp hemen 10 yıllık yasak diye başladığınız zaman, zaten pek çok haklı nedene dayalı şüpheler tetikleniyor. Herkes de bunu konuşmaya başlıyor. Komisyon, katılıp katılmama tartışmasından sonra, bir de bu kapalı oturum vesilesiyle yeniden tartışmalı hâle geldi. Biraz buna dikkat çekmiştim.
Şimdi senin sorduğun soruya cevap olarak da şunu söyleyeyim. İYİ Parti, Zafer Partisi, ama sosyal medyaya, hatta kısmen medyaya bakarsan, Türkiye'nin büyük bir çoğunluğu bu süreçten rahatsız. Hatta CHP'nin bu komisyona dâhil olması konusu tartışılırken, CHP'nin tabanının da çok büyük bir bölümü, kimi iddialara göre ‘’yüzde 80'i kesinlikle bunu istemiyor’’ diyen yorumcular var. Ama senin de işaret ettiğin gibi, alanda, sosyal medya hareketleriyle denk bir potansiyel pek görünmüyor. Evet, şüphesi olan, bundan tedirginlik duyan, ne olacağı konusunda belirsizlikler olduğunu düşünen, meseleye şüpheyle bakan büyük bir kalabalık olabilir. Ama kategorik olarak, karşısında ve çok kararlı ve iddialarda olduğu gibi bunun bir ihanet, bir dönülmez eşik olduğunu düşünen çok kuvvetli bir potansiyel olsa, bunu çeşitli biçimlerde alanda da görürdük. Tabii ki İYİ Parti'nin tek bir mitingi üzerinden bunu yapmak çok isabetli bir yorum olmayabilir. Bu bir ölçü olmayabilir, ama burada bir oransızlık olduğunu başından beri düşünüyorum. Yani bu konuya gösterilen reaksiyonun büyüklüğüyle, gerçekte kamuoyunda bu konuya olan reaksiyonun büyüklüğü arasında bir fark var. Şimdi süreç içerisinde, bu komisyonun çalışmaları açısından demin söylediklerim de önemli. Eğer konu şeffaflaşabilirse, hakikaten siyasi bir mesele olarak konuşulabilir hâle gelirse… Komisyonun en önemli fonksiyonu sonuçta, o süreç, Kürt meselesi, terörden arınma, adını ne koyarsak koyalım, bunun konuşulabilir olmasıyla ilgili. Eğer konuşulabilir olması sağlanırsa ve bu konuşmadan insanlar bir şey anlamaya, bir kanaat geliştirmeye yetecek veriye, bilgiye, değerlendirmeye sahip olurlarsa, ben bu reaksiyonun sanıldığı gibi büyümek yerine biraz daha zayıflayacağını düşünüyorum. Ama o partiler açısından da çok fazla seçenek yok. Siyaseten baktığımızda da MHP'den ayrı duracak, CHP'den de ayrı duracak bir siyasi pozisyon üretmek kolay değil. Yani İYİ Parti özelinde söylersek, ki buna Zafer Partisi'ni de dâhil edebiliriz, 2023 öncesine kadar muhalefetin bir bileşeni olarak, muhalefet ittifakının bir parçası olarak davranırken, şimdi hem muhalefet ittifakının bir parçası olmayacaksınız, hatta ana muhalefet partisine son derece sert bir muhalefet geliştirmek zorunda kalacaksınız. Çünkü tabanınızı koruyabilmek için siyaseten buna mecbursunuz. Zira 2024 seçimleri bu konuda geçişkenliğin sanıldığı gibi olmadığını, CHP'den o partilere doğru değil, o partilerden CHP'ye doğru kaymanın olduğunu gösteriyor. En azından son anda oy verme davranışı açısından.
Öbür taraftan MHP ile de bir fark gözetmek, göstermek ve milliyetçilik argümanını da hâlâ elde tutmak istiyorsunuz. Şimdi bu çok fazla siyasi seçenek sunmuyor. Önde de böyle süreç gibi somut bir şey varken bu bir tür mecburiyet; böyle davranmak zorundalar. Ama bunu siyasileştirerek bir siyasi fayda umabilirler. Yani ‘’bu pozisyonu korursak, bu süreç sekteye uğrarsa, şüpheler büyür ve akamete uğrarsa, ‘biz haklıydık’ diyerek bir fayda sağlayabilirler. Ya da birtakım tartışmalı konulara girip kamuoyunda zıtlık yaratabilecek tartışmaların zemini olursa, orada da kutuplaşmayı başka bir eksende yeniden üreterek, politik gelecek yaratabilirler. Ama burada biraz reaktif bir pozisyondalar. Yani kendileri siyaset üretmek yerine, bir şeye karşı durarak bir pozisyonda kalmak zorundalar. Bu da sıkıntılı bir şey. Biraz seçmenini, hatta kendi üyelerini bile mobilize etmeye yetmeyecek bir siyasi motivasyon.

Ruşen Çakır: Kemal, konuyu değiştirelim diyeceğim, ama bir konu var. Beni çok fazla ilgilendirmiyor, seni daha fazla ilgilendiriyor. Ben lise mezunu birisi olarak, uzaktan büyük bir keyifle izliyorum. Hepinizin diplomaları hakkında şaibeler dolaşıyor. Senin kaç paraya aldığını bilmiyorum. Gerçekten yıllardır böyle sınav sorularının verilmesi, çalınması ile ilgili hikâyeleri hep duyarız. Geçenlerde bir şey gördüm: ‘Eskiden sınav soruları veriliyordu. Şimdi sınav sorularını versen bile yapamayacak olanlara doğrudan diploma veriliyor’ diyordu. Çok güzel geldi bana. Abdülhamit'in torunundan, televizyonun komik sunucusuna kadar birçok kişinin ismi geçiyor burada. Hatta aynı anda bilmem kaç dalda birden doktora yapmış isimleri de görüyoruz. 
Kemal Can: Siyasiler de var galiba işin içinde.

Ruşen Çakır: Evet, siyasiler de var. İşin birçok boyutu var aslında. Yani olay sadece bir sahte diploma almak değil. Sahte akademik titr almak var, şu var, bu var. Ve burada en önemli husus şu: İlker Kocael, eskiden Medyascope’a katkıda bulunurdu, Çok parlak bir düşünürdür diyeyim. Galiba Giddens'tan hareketle, “Modern toplumun temeli, soyut birtakım şeylere inanmaktan geçer. Mesela siz bir diploma aldığınız zaman altında rektörün imzasını gördüğünüzde, ‘’bu adam nereden rektör olmuş?’’ demezsiniz. Bilirsiniz, o rektör olmuş,” diyor. Ama şimdi artık hiçbir şeye inanılmıyor. Yani diplomadan sorun çıktığı zaman, bu iş tabii ehliyete, başka birçok alana da yayılıyor. Ama en önemli hususlardan birisi de şu ki e-Devlette çok ciddi bir arıza var. Yani hem bir örgütlülük var hem e-Devlet var. Bazı meslektaşlarımız çok ilginç haberler buluyorlar. Birtakım devlet daireleri içerisinde örgütlenmiş yapılar var. Tam anlamıyla çökmüş bir sistem aslında. İnsan ‘’bu böyleyse, kim bilir hangi alanlarda neler dönüyordur’’ diyor. Yani hiçbir şeye güven vermeyecek, güven duyulmayacak kurumlar. Zaten hep kurumların içi boşaltıldı, kurumlar şöyle, kurumlar böyle diyorduk. Ben açıkçası korkumdan e-Devlete giremiyorum. Bazen, kişinin haberi olmadan AK Parti üyesi yapıldığı gibi haberler çıkıyor ya, onlar yine hafifmiş.
En acısı, Kahramanmaraş depreminde hayatını kaybetmiş üç avukatın hukuk diplomalarını başkalarına vermişler. Yani bu sahtekârlığın ötesinde kötülük. Bir de nasıl çalışıyor kafa? Tamam, ‘’sahte diploma yaratacağım’’ diyorsun. Nereden yaratacağım? Hayatını kaybetmişlerden yaratacaksın. Ama hayatını kaybetmiş insan genellikle yaşlı diye düşünürsün. Genç bir insan hayatını kaybetmiş ve oradan deprem depremde ölmüş insan düşünüp, onların içerisinde eğitimlileri bulmak… Gerçekten çok ciddi bir organize kötülük var. Organize kötülük var, birileri kötü, ama sonuç olarak bunları engellemekle yükümlü olan yapı hiçbir şey yapmıyor. Belki de yapının içerisinden bazıları bunun parçası oluyor. Sevmiyorum ama, ‘’tuz koktu’’ diye bir laf vardır. Bir de şu da var. İnsanlar bunları konuşuyorlar, ediyorlar, öyle bitiyor. Bakan çıkıyor, pişkin pişkin açıklama yapıyor. Daha önce LGS hikâyesinde ne demişti Milli Eğitim Bakanı? ‘’Geri zekâlıya anlatır gibi anlattık, anlamıyorlar.’’ Üstelik Bakan bu açıklamayı özel eğitim kurumunda, gittiği ziyaret sırasında yapmıştı.
Kemal Can: Evet. Şimdi aslında tabir yerindeyse, işin seksi tarafı bu diploma işi olduğu için, diploma meselesi çok konuşuldu. Çünkü soruşturma ve dava oradan açıldığı için, iş YÖK’ten patlıyor ve YÖK bir iç soruşturma sonucu ortaya çıktıktan sonra davaya dönüşüyor. Dolayısıyla diploma skandalı gibi yansımış bir dava üzerinden konuşulmaya başlandı ve o cazip bir konu olduğu için de diploma meselesi çok öne çıktı. Yapılan sahtekârlığın, dijital ortamda resmi işlemlerin tamamına dair her türlü belgeyle mümkün olabildiğini sen doğru biçimde işaret ettin. Birtakım meslektaşlarımız haberler yapıyorlar. Tapu işlemlerinden davalara, üniversite sınavındaki puan değişikliklerinden, ehliyet düzenlemelerine ve muhtemelen işe alımlardan başka konulara kadar, senin söylediğin gibi, devletin resmi olarak onay merceği olduğu pek çok işlemde ve dijital ortamda cereyan eden işlemlerin neredeyse hepsinde, şaibeli birtakım şeyler yapılmış olması ihtimali ortaya çıktı. Diğerleri davaya dönüşmediği için henüz bilmiyoruz. Yarın öbür gün başka konularda başka davalar, başka şikâyetler, başka mağduriyetlerle bu konular önümüze gelecek muhtemelen. Çünkü bahse konu şey, dijital imza ya da e-Devlet üzerinden dijital olarak yürütülen işlemlerin, birtakım eller aracılığıyla herhangi bir denetime yakalanmaya uğramadan, para karşılığında veya başka birtakım imkânlar karşılığında sağlanabildiği. Diploma sağlanabiliyor, belge sağlanabiliyor, izin sağlanabiliyor. Birtakım vatandaşlık işlemlerinde bile bunun kullanıldığı söyleniyor. Yani bir kere o alana girmişseniz, bir iki orayı kontrol edebiliyorsanız, diplomanın sahtesini yapabilen, dijital olarak girebildiği alanların tamamında her şeyin sahtesini yapabilir teorik olarak.
Bunun birkaç boyutu var. Bence, evet, senin’’ tuz koktu’’ benzetmende söylediğin gibi, güvenilir kurumlar, güvenilir müesseseler, güvenilir yetkililer ve güvenilir denetim mekanizmaları artık işlemiyor. İşlemediği için bir tür başıboş bir alan var ve o başıboş alanda kolayca örgütlenebilen ve fütursuzca faaliyet yürütebilen küçük küçük çeteler ve sonra belki de bu çetelerin birbiriyle ilişki kurarak geliştirdikleri birtakım networkler oluşmaya başlıyor. Bunun daha önce sadece dijital yolsuzluk, dolandırıcılık işlerinde değil, başka konularda da böyle olduğuna dair haberler çıkmıştı çeşitli zamanlarda. Tapu işlemleriyle ilgili, birtakım nüfus kayıt işlemleriyle ilgili, hatta LGS olayında da gördüğümüz gibi, sınav ve işe alımlarla ilgili pek çok konuda böyle gelişmeler oldu. Bunlar şunu gösteriyor: ‘’Bir süredir bu kurumlar çöktü’’ diyerek bunu ahlâki bir mesele olarak görüyoruz. Ama bu ahlâki meselenin bir de somut sonuçları var. Yani bu yokluğunu hissettiğimiz şey, sadece nostaljik bir devlet güveni algısı meselesi değil. Her türlü boş alanı birileri dolduruyor. O boş alanı dolduranlar da bunu pek iyi niyetle yapmıyorlar tabii. Mesela pek çok yargı meselesinde, çıkar karşılığı birtakım işlemlerin giderek merkezileştiği, her şeyin paylaşıldığı bir düzenin oluştuğu anlatıldı.
Şimdi bütün bunlar ikili bir mesele. Bir yandan alanı boşaltıyorsunuz, denetim ve güveni imha ediyorsunuz. Buna karşılık, oluşan birtakım boşluklara da kimi suç örgütleri, kimi yetenekli bazı üçkâğıtçılar hemen bir başka düzenek kuruyor. Yani güvenin boşaldığı alan, hemen başka bir ilişki biçimiyle dolduruluyor. Türkiye bence bir süredir böyle bir sarmalın içinde ve bunun ne kadar alana yayıldığını, nelere sirayet ettiğini kestiremiyoruz. Mesela sen de söyledin, böyle tuhaf resmi açıklamalar yapılıyor. Hatta mesela bir tanesi, “Ne gürültü yapıyorsunuz? Zaten bunu biz ortaya çıkarttık” diye bir açıklama yapıldı. O açıklamayı kim yaptı hatırlamıyorum ama Adalet Bakanı ya da Milli Eğitim Bakanıydı. Yani şu cümleyi kurmak bile tuhaf gelmiyor: ‘Tabii ki siz ortaya çıkartacaksınız. Problem, siz ortaya çıkarana kadar bunun ne kadar süre yapılmış olduğu. Yani muhalefet partisi ya da medya yahut da sivil toplum örgütlerinin, devletin denetleme fonksiyonunu üstlenip yapması gerekmiyor. Böyle bir işleyişi yok. Tabii ki devlet bu denetlemeyi yapacak, ama görüyoruz ki çok ciddi bir denetim boşluğu var. Bunu denetlemekle ilgili kurumların kendisi, bu denetimsizlik yüzünden zaten önemli ölçüde hasar almış durumda. Yani denetleyebilirlik vasfını kaybetmiş durumda. Bu, kaçınılmaz olarak şimdi böyle birtakım hak edilmemiş şeyler sağlamak için kullanılmış. Şu anda hak etmemiş biri diploma almış, hak etmemiş biri işe girmiş. Ama eğer böyle bir arka plan varsa, bu bir süre sonra birtakım insanların haklarını kaybettiği, birtakım insanların haklarının, belki mallarının alındığı, diplomalarının, hak edilmiş belgelerinin geri alındığı bir düzeni de mümkün kılıyor. Dolayısıyla siyaseten yaşadığımız belirsizliğin hayatın her alanında bir karşılığı olduğunu gösteriyor bize.
O yüzden bu konuyu böyle diploma skandalı gibi bir dar alanda tartışmaktan daha büyük bir tartışma hâline getirmek lazım. Bu siyasi bir mesele. Şimdi muhalefet partileri bu konunun üzerine gidiyorlar. İktidar da tabir yerindeyse, “Biz zaten işin üzerindeyiz. Biz de zaten konuda şikâyetçiyiz ve konunun üzerine gidiyoruz,” diyor. Ama sorun, bunu mümkün kılan yapıyı tartışmak. Bunun tek tek yapılmış vakalar üzerinden tartışılması değil. Tıpkı, daha önce bu özel hastaneler ve yenidoğan konusunda yaşadığımız sorunda olduğu gibi, tıpkı çeşitli doğal afetlerde, orman yangınlarında yaşadığımız gibi, gıda ve gıda güvenliği konusunda hep önümüze geldiği gibi, bu konularda yaşanmış problemi tartışmak, o problemi hangi pratik nedenlerin yarattığını tartışmak yerine, yapısal meseleyi, yani o problemin ortaya çıkmasına neden olan koşulları konuşmaya başlamak lazım. Muhalefetin de biraz işi bu tarafa doğru taşıması gerekiyor diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Kemal, deminden beri konuşuyorsun ama hâlâ diplomanın gerçek olduğunu kanıtlayamadın.
Kemal Can: Onu da başkaları kanıtlasın. Diplomanın sahte olduğunu başkaları kanıtlasın.

Ruşen Çakır: ‘’Koşullar böyleydi, ne yapayım?’’ diyorsun. Tamam, eyvallah. Ben de mesela pekâlâ bastırıp parayı alabilirdim, ama lise mezunu olmayı tercih ettim. Neyse, kutlu olsun üniversite mezuniyetin.
Kemal Can: Paran kıymetli gelmiş.

Ruşen Çakır: Şimdi bir de şu İBB Borsasını konuşalım. Bugün mahkemeye sevk ediliyor biliyorsun. Özgür Özel avukatın adını vermişti. İddiaya göre, avukat Antalya'da yurtdışına kaçmak isterken yakalanmış polis tarafından. Bugün de mahkemeye sevk ediliyordu. Belki şu anda kararı çıkmıştır. Ben çarşamba günü Tuzla mitingindeydim, orada dinledim. Miting alanında otobüsün dibinde dinlerken, aslında bir şekilde bu olayı duymuş gibiydim bir yerlerden; böyle tezgâhlar olduğunu, işin içinde savcıların da olduğunu, birtakım düzeneklerin olduğunu. Kayıtlar, dekontlar, vesaire, bayağı bir hazırlık yapmışlar; Özgür Özel çok net bir şekilde şu ana kadar 19 Mart soruşturmasında pek görmediğimiz türden delillerden bahsetti. Avukat var ama yargı mensuplarının kim olduğu konusu henüz yansımadı. Şimdi düşün, FETÖ borsasını biliyoruz, var. İnsanları tehdit edip bayağı sömüren çeteler olduğunu biliyoruz. Zaman zaman yakalanıyor. İçlerinde gazeteciler olduğunu da duyuyoruz. Ama bu kadar kısa süre içerisinde bunun borsasının oluşmuş olması da çok acayip değil mi? Bir de özellikle Erdoğan'ın, siyasi iktidarın bu kadar önem verdiği bir olay soruşturma. Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını mahkûm ettirmek için devletin tüm imkânları kullanılıyor. Ama bu arada da, işin içerisinden birilerinin, olayı bir para kazanma aracına dönüştürmüş olması çok şaşırtıcı diyeceğim, ama demeyeyim.
Kemal Can: Aslında biraz önce konuştuğumuz şeyle ilgili tam üst üste geldi. Diploma, e-Devlet üzerinden yapılan işlemler filan, orada bir boşluk, belirsizlik, keyfilik alanı yaratıyorsun. O arayı hemen birileri dolduruyor. Aslında yargıda da benzer bir durumun olduğu anlaşılıyor. Şimdi FETÖ Borsası hikâyesinde de bu hikâyede de, başka yargı meselelerinde de birtakım avukatlara ilişkin sürekli bazı suçlamalar oluyor. Ama bu avukatların o işlemleri yapabilmesi için birtakım yargı mensuplarıyla temaslarının ve işbirliklerinin olması lazım. Yani bir avukat birinden para alarak mahkûmiyeti engellemek, mahkûmiyeti değiştirmek ya da cezanın niteliğini değiştirmek gibi işlemler için para talep edebiliyorsa, bu işlemleri yapabilmek için de birtakım yargı mensuplarıyla bir tür ilişkisinin olması gerekir. Ama FETÖ Borsası hikâyesinde de hiçbir zaman böyle büyük bir şebeke ifşa olmadı. Tabir yerindeyse, sonuna kadar bütün sorumlularıyla örgütlenme ortaya çıkartılmadı.
Bu hikâyede de benzer bir durum var. Şimdi bu, bir avukatın ya da birkaç kişinin üzerine atılıp iş kapatılacak. Ama bu hikâyelerin hepsinde şöyle bir şey var: Eğer yargı kendi kuralları içerisinde ve onu bağlayan yasalarla davranmıyorsa, en tepeden işletilen bir keyfilik alanı hâline gelmişse, o keyfilik alanı içerisinde birtakım tek tek insanların durumuna ilişkin değişiklikler, hiç de işin gereği olup olmadığına bakılmaksızın değişiklikler yapmayı ve bundan bir çıkar sağlamayı mümkün kılacak bir zeminde oluşur. Her türlü boşlukta böyle bir zemin oluşur. Sen biraz önce ‘’kısa vakitte nasıl oluştu?’’ diye sordun. Çünkü bu işler böyle yapılıyorsa, FETÖ Borsası oluşuyorsa, başka bir büyük dalga geldiğinde, onun borsasının oluşması için özel bir zamana ihtiyaç yok. Aynı sistem pat diye orada da çalışmaya başlar. Yani burada şaşırtıcı bir şey yok. Sen, “Şaşırmadım diyeceğim” dedin ama burada şaşıracak bir şey yok; çünkü o keyfilik alanı. Verilen kararların, savcı mütalaaların ne kadar uyduruk, dosyaya bakmadan, yazım hatalarını bile tekrar eden kes- yapıştırlarla yapıldığı, bu kadar keyfi bir işe kimsenin müdahale etmediği, yargı sisteminin kimse tarafından güven duyulmayan bir yapı haline gelmesinin sonucu olarak, orada, o güven duyulmayan alanda, ‘’ işini ben hallederim’’ diyen birileri çıkar. Burada da çıkmış anlaşılan.
Ama burada tabii daha özel bir şey var. Burada, Özgür Özel'in iddiasının içerisinde, bu ‘’senin işini ben hallederim’’cilikten çok, birilerini, savcıların ya da iktidarın talep ettiği gibi davranmaya ikna etme misyonunu da üstlenen birtakım hukukçu titri taşıyan avukatlar söz konusu. Şimdi, bu operasyonların başladığı günden itibaren, gizli tanık ve daha sonra da itirafçı üretme konusunu biliyoruz. İtirafçı üretmek için yakın çevresine baskı uygulamak, onu itirafçı olmaya ikna etmek. Bir kendiliğinden zaten ona hazır olanlar, teşne olanlar var. Bir de, özellikle belediyeler çok sayıda kişiyle çalışır hâlde olduğu için, onlarla temas hâlinde olan pek çok kişiyi önce gözaltına alıp ya da tutuklayıp, daha sonra da itirafçı olmaya ikna etmekle ilgili bir süreç yaşandı. Bunu açıkça gördük. Hatta bazı itirafçılar yeterli itirafı yapmadıkları için tahliye edilmedi. Sonra ifadelerini değiştirdikleri için tahliye edildiler. Bunların hepsini gördük. Bunların hepsi oluyorsa, bunları organize eden birilerinin de olması bana hiç şaşırtıcı gelmiyor açıkçası.
Ama 19 Mart meselesi ile ilgili benim asıl söylemek istediğim şöyle bir taraf var. Şimdi bu bir süredir tartışılıyor. ‘’Bu operasyonlara, başka belediyelere ve yeni insanlara dönük operasyonlara biraz fren mi yapılıyor? Birkaç haftadır, her hafta sonu alışık olunduğu gibi şeyler olmuyor. Acaba bu bir strateji değişikliği mi? deniliyor. Ama buna karşılık, Murat Çalık hadisesinde de gördüğümüz gibi, Özgür Özel'in açıkladığı bu İBB Borsası hikâyesinde de gördüğümüz gibi, genelde böyle bir şey olsa bile, operasyonlara biraz fren yapılmış olsa bile, diğer taraftan, operasyonların aktif yürütücülerinin tabir yerindeyse daha da sertleştiklerini, acımasızlaştıklarını, şedit bir tavra girdiklerini görüyoruz. Mesela Murat Çalık'ın ailesi hastane önünde beklerken, Çalık’ı onlara göstermeden arka kapıdan çıkartılmaya çalışılmasının başka bir açıklamasını ben bulamıyorum. Karşılığı yok. Böyle bir mesele de dikkatimi çekti. Onu da aktarmak istedim.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Herhalde bugünkü komisyon toplantısında ne olduğunu öğrenemeyeceğiz, çünkü yasak. Ama önemli bir olay oldu. Bakalım borsada adı geçen bu avukat ne olacak? Ev hapsi verebilirler belki. Biliyorsun, 19 Mart'ın en çok uygulanan yöntemi. Bir de tabii Adıyaman Belediye Başkanı’nın göreve iadesi olayı oldu. Bu acaba bir şeylerin başlangıcı mı, bakalım, göreceğiz. Önümüzdeki hafta biraz hareketli olacağa benziyor. Meclis tatilde ama komisyon çalışacak, süreç devam edecek. Ve bu arada tabii Gazze'de çok ciddi, var olan işgalin daha da geliştirilmesi meselesi var ve haftaya tekrar bütün bunları konuşacağız. Ama içimde bir his var Kemal, hafta içinde seni de yine bir yayına çağırabilirim, olağanüstü bir şeyler olacak gibi. Bakalım.
Kemal Can: Hadi bakalım.

Ruşen Çakır: Burada noktayı koyalım.
Kemal Can: Sende bir hissiyat varsa bir şey çıkar belki.

Ruşen Çakır: O zaman ‘’çıkmaz’’ diyorsun. Ben öyle diyorsam olmaz, tamam. Evet, ‘’Haftaya Bakış’’ı burada noktalıyoruz. Bizleri izlediğiniz için teşekkürler. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı